Vampire
Havanın sisi mezarları kapatıyordu. Yoğun buhar kokusu April'ın burnuna çarpıyordu. April bir elini burnuna götürdü. Yüzünün buruştuğunu hissetti. Gözlerinin yanında hafif kırışıklıklar belirdi. Zayıf parmakları yüzünü okşayarak yere indi. Saatlerdir mezarın içinde yürüyordu. Artık dayanamayacak haldeydi. Ama Diego'u bulmalıydı. Saatlerdir aramasına karşın bir iz dahi yoktu. Annesi onun burada olduğunu söylemişti. Belkide bir süre sonra burdan gitmişti. Tam umudunu kaybetmek üzereyken uzaktan bir erkek sesi geldi. Bir süre gelen sesi dinledi. Sonunda bu sesin Diego'a ait olduğunu anladı. Bir kaç adım ileriye gitti. Sis yüzünden hala bir şey göremiyordu. Sisin içinden çıktığında bir kıpırtı dikkatini çekti. Yavaş adımlarla yaklaştı. Sonunda Diego'nun sarı, kıvırcık saçlarını gördü. Onun yanındaki kayaya oturdu. Diego başını kaldırıp April'ın yeşil gözlerine baktı. Büyük bir kahkaha atarak "Vay... Güzelim gelmiş." dedi. Sonra kaslı kollarını April'ın omzuna doladı. April'ı kayadan kendi yanına çekti. April kurtulmaya çalıştı. Sarı saçlarını geriye attı ve kendini uzaklaştırdı. Ancak Diego'nun kaslı kolları onu engelliyordu. Bir elini April'ın beline götürüp kendini April'la birleştirdi. April geri çekilmeye çalıştı. Ancak başaramıyordu. Bir kaç tepinmenin sonunda sesi son derece otoriter bir biçimde;
"Bırak beni Diego." diye soludu. Diegonun içkili ağız kokusunu hissediyordu. Diego büyük bir kahkaha attı. Kendini April'a daha fazla yaklaştırdı. Bir elini kızın saçına dolamıştı. April kurtulmak istercesine geri çekildi. Bir yıl önce deliler gibi sevdiği çocuk bu olamazdı. Ama buydu işte. Hogwarts'dan atılmış bir işe yaramaz hale gelmişti. Çocuğun soluk mavi gözleri April'ın yeşil gözlerine bakıyordu. April korkuyla Diego'nun gözlerini inceledi. Diego artık sevgiyle bakamıyordu. Yüzünde korkunç bir ifade vardı. Gözleri büyümüş ve dudakları gerilmişti. April ne kadar geri çekilmeye çalışırsa kızı daha sıkı tutuyordu. Sonunda April belinde bir el hissetti. Tshirtünün içinde bir el belini okuşuyordu. April kaskatı kesilmişti. Elleri terliyordu. Gözlerini kapattı ve kendini olabildiğince hızla çekmeye çalıştı. Diego buna izin vermiyordu. Birden donuk dudaklarında bir ıslaklık hissetti. Diego diliyle dudaklarını aralamaya çalışıyordu. April kendini geriye atmak için çabalıyordu. Ancak Diego'nun güçlü kolları bunu engelliyordu. Artık başka çaresi kalmamıştı. İnce parmaklarını kot pantolonunun arka cebine götürdü. Diego bu gerilemeden yararlanarak April'a daha sıkı sarıldı. Artık Diego'nun sıcak vicudu kendi tenine değiyordu. Arka cebinde bir sertlik hissettiğinde hemen eliyle bu sertliği yakaladı. Bir kaç saniyede elinde artık asası duruyordu. Asasını Diego'nun tam karnına dayadı. Kafasını geri çekti. Böylece Diego'nun dudaklarından ayrılmıştı. Sinirli bir solumayla "Şimdi gerile yoksa kötü olur." dedi. Diego hafifce gülümsedi ve April'a daha sıkı sarıldı. April gene kendini geri çekti. Sinirle bakarak "Ciddiyim." diye soludu. Diego derin bir iç çekerek geri çekildi. Kayanın ilerisine gittiğinde başını ellerinin arasına aldı. April derin bir biçidme soludu. Diego hüzünlü bir sesle;
"Üzgünüm prenses. Belki buraya hiç gelmemeliydin. Sana bu anı yaşatmamalıydım. Beni eski mükemmel halimel hatırlaman gerekiyordu." diye açıklama yaptı. April başını öne eğdi. Ellerini bacaklarının iki yanından kayaya yasladı. Bacaklarını çağraz bir biçimde açarak oturuyordu. Uzun süre ikiside konuşamdı. Diego acı çeker bir biçimde inildiyor ve bir taraftanda kıvırcık saçlarıyla oynuyordu. Sonunda April geç olduğunu anladı. Artıks evmek için çok geçti. Her şey Hogwarts'da ki son gün bitmişti. Derin iç çekip "Artık çok geç." diye soludu. Kayanın üzerinden kalkmıştı. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Diego'u çok özleyecekti. Ama artık onun için yapabileceği bir şey yoktu. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Derin bir biçimde soluyarak "Hoşçakal..." diyebildi. Bir iki adım attı. Arkasına bakmayı düşündü. Ama Diego'u o halde görünce dayanamayacağını bildiğinden bakmadı. Korkulu adımlarla bir daha onu görmemek üzere sislerin arasında kayboldu.
-------------
Sabahın ilk ışıklarıyla kuş tüyü yatağında gözlerini araladı. Hala yorgun hissediyordu. Dün gece içtiği kaymak biraları yüzünden miğdesi şişmişti. Gözlerini dinlendirmek amaçlı bir kapayıştan sonra kuş tüyü yatağın kenarından tutanarak kendini çekmişti. Üstündeki yorganı tek hamlede üstünden attıktan sonra yavaşca kalktı.Bugün okul alışverişene çıkacağı için heycan duyuyordu. Aslında son bir kaç yıldır bu alışverişler hiçde zevkli gelmemeye başlamıştı. Büyücü dünyasını çok iyi biliyordu. Babasıyla küçüklüğünden beri buralarda turluyordu. Babasının gene sert sesi koridorlarda yankılandı;
"April Kızım kalk artık." demişti. April ayaklarını yatağın ucundan sarkıttı. Büyük pofuduk terliklerini ayağına geçirip ayağa kalktı. Odasını gözüyle taradı. Dündan açık kalmış pencereden soğuk rüzgar geliyordu. Hafif bir titremeyle üzerine siyah kapişonlusunu giydi. Pencereye gidip kapattı. Perdelerini çekti. Pencerenin kenarında bir kaymak birası şişesi buldu. Dün pencereden içeri girerken düşürmüş olmalıydı. Odanın ortasında çok dikkat çekiyordu. Hemen şişeyi kaptı. Tam o sırada odasının kapısı bir kaç kere tıkırdadı. April sakin bir ses tonuyla "Hemen geliyorum" diye soludu. Bunun üzerine merdivendeki ayak sesleri duyuldu. April'ın kalbi dinmişti. Bir kaç ufak atıştan sonra eski temposunu yakaladı. Elindeki şişeyi gündüz güneşinde aşağıya atamazdı. Kesin gören birileri olurdu. Bu yüzden hemen bir poşet aldı. Poşetin içine şişeyi koyup bir kaç kez bağladı. Büyük odanın diğer tarafına geçip balkonun kapısını açtı. İçine dolan esinti onu üşütmüştü. Bu yüzden hemen poşeti kenara bırakıp kapıyı geri kapattı. Hemen tuvalete gitti. Yüzüne bir kaç kez su çarpıp dişlerini fırçaladı. Sarı saçlarını geriye doğru taradı. Artık mutfağa gecikmişti. Bu yüzden saçını aceleyle bağlayıp odadan çıktı.
Mutfağa indiğinde babası annesiyle bir şeyler konuşuyordu. Bu konuşma çok hararetliydi. Bir kaç kez duraklayıp sonra hızla devam ediyorlardı. April mutfağın kapısında durmuş dinliyordu. Babası gene aynı sert tonuyla "April ileride bakanlıkta çalışmalı. Ona uygun bir Sbd alabileceğini biliyorum." diyordu. April bir an durdu. Çünkü o okuldan sonra bakanlıkda çalışmak istemiyordu. Ona uygun değildi. Hogwarts'da kalmak ve belkide şimdi okuduğu binanın bina sorumluluğunu almak istiyordu. Hogwarts'da geçirdiği beş yıldan sonra orayı bırakamayacağını anlamıştı. Ama bu konuşmayı devam ettirirlerse hiç bir seçim hakkı kalmayacaktı. Bu yüzden hemen mutfağa girdi. Gülümsiyerek yerine geçti ve bir kaç parça yemeği ağzına attı. Babasına hemen;
"Bu gün ben yalnız gitsem olmaz mı?" diye sordu. Çünkü babasının yolda gelicek için düşüncelerini soracağını biliyordu. Bunun olmasını istemiyordu. Babası bu savını destekleyen bir ifadeyle "Beraber gidelim April. Hem seninle konuşmam gerekenler var." dedi. April bu lafından sonra ona karşı gelemeyeceğini bildiğinden kabul etti. Babasıyla tartışmak hiç işine gelmiyordu. Çünkü büyük kavgalar sonucunda abisini evden kovup reddettiğini biliyordu. Annesinin bir aile faciasına daha katlanamayacağına emindi. Babası içeceğinin sonunu içtikten sonra gülümseyerek April'a baktı. April kalkması gerektiğini anladı. Eski Seherbaz Bryn Girlayn'ı kızdırmaya gelmezdi. Bu yüzden balkabağı suyundan son yudumuda kafasına dikip aceleyle yerinden kalktı. Ayaklarına Converse'lerini giydi. Üzerine siyah montunu aldıktan sonra evden çıktılar.
Diagon Yolu her zaman ki gibi kalabalıktı. Hogwarts'ın açılmasına az kaldığı için bütün büyücü aileleri alışverişi hızlandırmıştı. April kalabalık sokağın en tepesinde durmuş önlerindeki insan selini izliyordu. Aralarında bir kaç arkadaşını seçince mutlu olmuştu. Ama babasının tatsız konuşmaya başlaması bütün mutluluğunu almıştı;
"Bak April. Artık altıncı sınıf oldun. Bir meslek seçme vaktin geldi. Bence..." diye devam ediyordu. April onu dinliyor gibi görünsede yerdeki karoları saymak ona daha cazip gelmişti. İleride bir kız sesi "April burdayız." diye bağırmıştı. April gülümsiyerek başını kaldırdı. Hemen babasına döndü. Onun yanağına bir öpücük kondurdu ve arkadaşlarının yanına gitti.