Karşıdaki dağların ardından güneş son ışıklarını gönderiyordu şehrin üzerine. Hava soğumaya başlamıştı ve gece ağır ağır ilerliyordu caddede. Bu gece her zamankinden daha karanlık olacak diye düşündü Candy gökte belirmeye başlayan bir iki yıldıza bakıp. Kafalarında bezbol şapkası olan birkaç adam ona doğru yaklaşıyordu. Candy aldığı kanın kokusunu içine çekti, bir nefes, iki nefes... Adamlar ona doğru yaklaşıyorlardı, Candy elleriyle oturduğu bankın tahtalarını kavradı. Sanki bir ateş yakmıyordu da içini o ateş olmuştu. Yanıyordu, tıpkı çölde unutulmuş bir insan gibi. Ama zaman henüz gelmemişti, hava hala yeterince kararmamıştı. Kendini tutması güç olacaktı ama sonuçlarını göze alamayacağı şeyleri yapamazdı. Yapmamalıydı… En azından neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verebilecek kadar düşünebiliyordu. Hala biraz aklı vardı. Ama kalan aklının da ona yaklaşan adımlarla beraber kaybolduğunu fark ediyordu. Her ne kadar istemese de. Adamlar aralarında şakalaşıyordu, Candy dişlerinin arasından adeta tısladı, “Hadi gidin artık!” adamlardan biri tam önünde durdu, diğerleri onu fark etmemişlerdi, yollarına devam ettiler. Adam “Gecenin bir saatinde burada tek başına oturmamalısın güzelim, kötü niyetli kişiler sana zarar verebilirler” dedi, dudakları kurnaz bir gülümsemeyle yukarı doğru kalkmıştı. Amacının masum bir uyarı olmadığı belliydi, Candy’nin aklı adamın o iğrenç güzelim deyişine takıldı. Ciğerlerindeki tüm havayı dışarı boşalttı ama birkaç adım ilerisindeki kanın kokusunu almamak için yeni bir nefes almadı. Güneş batmıştı, Candy’nin oturduğu bankın hemen yanına konulmuş sokak lambası önce birkaç titrek ışık gönderdi etrafına, sonra da tamamen yandı ve adamla Candy’nin siluetlerini belirledi. Candy ayakkabılarına diktiği gözlerini kaldırıp adamın yüzüne baktı. Üst dudağının yukarı doğru kalktığını fark etmedi bile. Adamın gözlerinin önünden gölgeler geçti, ağzı hayretle açıldı. Candy kendini daha fazla kontrol edemezdi artık, “Çabuk git buradan” diye tısladı. Adam tereddüt ve korku karışımı bir duyguyla bir iki adım geri attı, daha sonra arkadaşlarının ardından koşmaya başladı. Koku gittikçe azalıyordu ve Candy kaybetmek üzere olduğu kendi üzerindeki kontrolünü geri kazandığını hissetti. Burun deliklerini genişleterek etraftaki kokuları içine çekti. Arkasındaki ormandan ağaç, çimen ve toprak kokuları geliyordu. Rüzgâr sağ taraftan esiyordu ve adamların terle karışık bira kokuları (ve tabi ki kan kokuları, Candy bu kelimeyi aklına bile getirmek istemiyordu kelime onu delirtebilecek güçteydi) neredeyse yok olmuştu. Yine de susuzluğu onu delirtebilirdi, avlanma zamanı gelmişti. Yavaşça oturduğu yerden kalktı, tekrar etrafı koklayıp onu görebilecek bir insan olup olmadığını kontrol etti. Ve hızlıca koşmaya başladı. Rüzgâr saçlarını dağıttı, tenine değip geçti. Sadece saniyeler geçmişti ki Candy’nin burnu kan kokusu almaya başladı. Koku güçlüydü ama saf değildi. Her ne kadar bunu sevmese de yaşamak için yapmak zorundaydı. Kendini zorlukla zapt ederek insanların arasına daldı ve bu geceki kurbanını aramaya başladı. Uzun mu uzun sonu görünmez bir sokaktı burası, her yerde ışıklar ve insanlar vardı. Tehlikeliydi, çok tehlikeli, her iki taraf için de. Candy dans eden gençlerin arasına daldı, ellerini kontrol etmek için etrafına doladı. Müziğin ritmine kapılmaya çalışıyordu, pek başarılı olamasa da çevresini erkekler sarmaya başlamıştı. Yanıyordu, tıpkı atmosferden giren bir meteor parçası gibi yanıyordu. Gözlerini kapatmıştı artık sadece koku duyusunu kullanıyordu. Vücuduna değen bir el hissetti, kokuyu daha fazla içine çekti. Hayır, yeteri kadar iyi bir kurban değildi. Veya şöyle demeliydi, yeteri kadar kötü bir kurban değildi. Vücudunu saran ellerden ayrılıp yürümeye devam etti. Aniden kafasını çevirdi, işte oradaydı. Bu geceki yemeği… Çocuğun boyu Candy’den biraz daha uzundu. Ama ondan daha zayıf olduğu kesindi. Çocuk ellerini ceplerine sokmuştu, kafasına geçirdiği kapüşondan titrediği belli oluyordu. Aslında pek de çocuk sayılmazdı, gözlerinin altındaki morluklarla beraber on dokuzunu aşmış gibi görünüyordu. Candy ona doğru yürüdü, kokusunu daha fazla alabiliyordu ama beğenmemişti. Yine de devam etti ve ona iyice yaklaşınca “Sana bir şeyler vermemi ister misin?” diye sordu. Çocuk arkasını döndü ve göz göze geldiler. Korkmuş gibi durmuyordu, şaşkındı aynı zamanda büyülenmişti. Kafasını aşağı yukarı hızlıca salladı. Candy önden yürüdü ve karanlık bir sokağa sarptı, çocuk da onu izliyordu, Candy’nin arkasından sokağa girdi, karanlığa gözleri alışamadığından seslendi, “Neredesin, seni göremiyorum” Candy aniden çocuğun arkasında belirdi. Zaman harcamak gibi bir düşüncesi yoktu, herhangi bir düşüncesi yoktu. Avlanmak haricinde. Hızlı davrandı ve çocuğun kapüşonunu indirdi. Çocuk ne olduğunu fark etmeye çalışıp da kafasını çeviremeden Candy’nin zehirli dişleri çocuğun boynuna geçti.
Candy karanlık sokaktan çıkarken pişman değildi. “Nasılsa ölecekti. Sadece birkaç günü kalmıştı” diye tekrarlayıp duruyordu kendi kendine. Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı ve gözlerini kapattı, kelimeler ağzından çıkamıyordu ama yüreği çoktan akıtmıştı onları, “Yapmak zorunda olduğum için gerçekten çok üzgünüm” tekrar gözlerini açtı ve gecenin karanlığında yürümeye başladı. Bu sefer etrafındaki uyuşturucu dolu kirli kan kokusundan rahatsız olmadan rahatça ilerledi kalabalığın arasında. Adımları o istemeden müziğin ritmine uyabiliyordu artık ve gözleri bal rengindeydi.
*Vampir olmak istiyorum